‘bizzat marx ve engels’in komünist manifesto’da gözlemledikleri gibi :
‘sermaye dindar esrikliğin kutsal ürpertilerini de , şövalyece yüksek heyecanları da , dar kafalı burjuva duygusallığını da bencil hesapçılığın buz gibi suyunda boğmuştur.. kişisel değeri değişim değerine indirgemiş , sayısız belgeli ve kazanılmış özgürlüklerin tümünün yerine vicdansız , tek bir özgürlüğü koymuştur : serbest ticaret.. kısacası sermaye , dinsel ve siyasal gözbağlarıyla üstü örtülü sömürünün yerine apaçık , utanmaz , dolaysız , çıplak sömürüyü koymuştur..’
kapitalizm , inançlar ritüel veya simgesel nicelik düzeyinde çöktüğü zaman geriye kalan şeydir ve kalan tek şey , harabeler ve kutsal emanetler arasında tökezleyerek yürümeye çalışan tüketici-seyircidir..
gene de , inançtan estetiğe , bizzat yapmaktan izleyiciliğe bu dönüş , kapitalist gerçekçiliğin erdemlerinden biri olarak görülür.. badiou’nun ifade ettiği gibi , ‘geçmişin ideolojileri’nin esinlediği ‘ölümcül soyutlamalar’dan bize ulaştırılmış’ olduğunu iddia ederken , kapitalist gerçekçilik kendisini bize , bizzat inancın yarattığı tehlikelerden bizi koruyan bir kalkan gibi sunar.. post-modern kapitalizme pek münasip ironik mesafe tutumunun , fanatikliğin baştan çıkarmalarına karşı bizi muaf kıldığı varsayılır.. beklentilerimizi düşürmenin terör ve totalitercilikten korunmak için ödenen küçük bir bedel olduğu söylenir bize.. ‘bir çelişkide yaşıyoruz’ diye gözlemlemiştir badiou :
‘derin biçimde eşitliksizci – tüm varoluşun tek başına parayla değerlendirildiği – amansız bir gidişat , bize ideal olarak sunuluyor.. tutuculuklarını aklamak için , yerleşik düzenin yandaşları bunu gerçekten ideal veya harika olarak adlandıramıyorlar.. bu yüzden de , bunun yerine geri kalan her şeyin korkunç olduğunu söylemeyi seçtiler.. elbette , diyorlar , kusursuz iyilik durumunda olmayabiliriz.. ama kötülük halinde yaşamayacak kadar da talihliyiz.. demokrasimiz kusursuz değil.. ama kanlı diktatörlüklerden daha iyi.. kapitalizm adil değil.. ama stalincilik kadar da mücrim değil.. milyonlarca afrikalı’yı aids’ten ölmeye terk ediyoruz , evet , ama miloseviç gibi de ırkçı , milliyetçi beyanlarda bunmuyoruz.. ıraklılar’ı uçaklarımızla öldürüyoruz , tamam , ama boğazlarını ruanda’da yaptıkları gibi palalarla kesmiyoruz ya.. vb..’
burada ‘gerçekçilik’ her türlü olumlu durumun , her türlü umudun tehlikeli bir yanılsama olduğuna inanan bir depresifin sıkkın perspektifine benziyor..’
‘öğrencilere ödev olarak bir-iki cümleyi aşan bir şey okumalarını söyleyin ve birçoğu -üstelik bunlar a’lık öğrencilerdir- derhal yapamayacaklarını söyleyerek itiraz ederler.. hocaların en sık duyduğu yakınma , bunun sıkıcı olduğudur.. buradaki mesele , yazılı malzemenin içeriği değildir pek ; okuma ediminin kendisi ‘sıkıcı’ olarak kabul edilir.. burada karşı karşıya olduğumuz şey , oldum olası varolan öğrenci tembelliği değil , ‘konsantre olamayacak kadar yerinde duramaz’ , post-okuryazar , ‘new flesh’ (hard rock grubu) ile çürüyüp dağılan disiplin sisteminin kısıtlayıcı , yoğunlaşmacı mantığı arasındaki uyumsuzluktur.. sıkılmak düpedüz mesaj atmanın iletişime dayalı duyumsal-uyarıcı matrisinden , youtube’dan ve fastfood’dan uzak kalma anlamına geliyor ; bir anlığına bunlar kısıtlanırsa , kesintisiz yapay haz akışı talebi başlıyor.. bazı öğrenciler , tıpkı bir hamburger ister gibi ‘nietzsche’ istiyorlar ; ‘nietzsche’nin hazmedilemezliğini , güçlüğünü kavramayı başaramıyorlar – üstelik tüketimci sistemin mantığı da bu yanlış anlamayı körüklüyor..
bir örnek : bir öğrenciye neden sınıfta her zaman kulaklıklarıyla oturduğunu sordum.. bunun hiçbir önemi olmadığını , çünkü aslında müzik çalmadığını söyledi.. başka bir derste , kulağına takmadığı kulaklığından çok alçak sesle müzik dinliyordu.. kapatmasını istediğimde , müziği kendisinin bile duyamadığını söyledi.. insan müzik çalmadan neden kulaklık takar veya kulaklığını takmadan neden müzik açar ki.. çünkü kulaklardaki kulaklığın varlığı veya (kendisi işitemese de) müziğin çaldığı bilgisi , matrisin hala orada , erişim menzilinde olduğunun teminatıydı.. bunun yanı sıra , interpasifliğin klasik bir örneğinde , müzik hala çalıyorsa , o duyamasa bile , hiç değilse müzikçalar bu zevkin tadını çıkarabilirdi.. kulaklık kullanımı burada önemli –pop kamusal alanda etkileri olabilen bir şey olarak değil , mahrem ‘oedlpod’ (oidipus ile i-pod’un bileşimi) tüketici saadetine bir inziva toplumsala karşı bir duvar yükseltme olarak deneyimleniyor..
eğlence matrisinin kancasına takılmak seğirmeli , tedirgin bir interpasiflik , yoğunlaşma veya odaklanma yetersizliğiyle sonuçlanıyor..’
‘gerçekliklerin ve kimliklerin tıpkı yazılımlar gibi güncellendiği koşullarda , bellek bozukluklarının kültürel kaygının odağına dönüşmesi şaşırtıcı değildir – örneğin ‘bourne’ filmleri , ‘akıl defteri’ , ‘sil baştan’a bir bakın.. ‘bourne’ filmlerinde , ‘jason bourne’un kimliğini geri kazanma arayışı , her türlü yerleşik benlik anlayışından sürekli bir kaçışla beraber yürür.. ‘beni anlamaya çalış..’ der ‘bourne’ , filmin dayandığı ‘robert ludlum’un romanında :
‘belirli şeyleri bilmek zorundayım.. bir karar vermeme yetecek kadarını.. ama belki her şeyi değil.. bir parçam yürüyüp gidebilmek zorunda , ortadan kaybolabilmeli.. kendi kendime , eskiden olanın artık olmadığını , ve hiç anısına sahip olmadığıma göre asla da olmamış olma olasılığının bulunduğunu söyleyebilmeliyim.. bir insanın hatırlayamadığı şey.. onun için olmamış demektir..’
‘KAPİTALİST GERÇEKÇİLİK , Başka Alternatif Yok mu..’ , MARK FISHER , Çeviri : GÜL ÇAĞALI GÜVEN , HABİTUS Yayıncılık , 2010 , 88 Sayfa..